USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

“SARAYLAR VE ŞATAFAT, MEDENİYETLERİN SONU”

04-05-2022

Yukarıdaki başlık bana ait değil, Jean-Jacoues Rousseau adlı Fransız yazara ait “Bilimler ve Sanatlar üstüne söylev isimli eserinden alınmıştır.

Rousseao Fransız klasikleri arasında en ünlü klasik yazarı olarak tanınır, ben bu Ramazan ayı boyunca her gün Kuran okuduktan sonra okuduğum romanlardan iki tanesi bu yazara aitti.

Bunlardan biri “Yalnız gezerin düşleri” bir diğeri ise “Bilimler ve Sanatlar üstüne Söylev” bu iki eser gerçekten çok anlamı ve önemli bir eser.

1700 yıllarında kaleme alınan bu eserlerin, tüm zamanlara ve çağlara hitap etmesi onu ölümsüzleştiriyor.

Konumuz geçecek olursak yazar bu eserinde özellikle eseri kalem alma gerekçesi çok ilginç, 1749 yılında Dijon Akademisinin ortaya attığı bir konu üzerine açtığı yarışma ile ilgili.

Yarışmanın konusu “Bilimlerin ve sanatların gelişmesi ahlakın düzelmesine yardım etmiş midir?”

Buna yazar o çağlarda çok ilginç cevaplar vermiş ve günümüze ışık tutacak aydınlıkta açıklamalarda bulunmuştur.

Bu gün hem iktidarların, hem de halkın içinde olduğu, büyük şatafat ve büyük sanatsal yapılara, bu yapılara harcanan servetlere, sanat alanında ve teknoloji alanında içinde olduğumuz rahatlığın oluşturduğu ahlaki çöküntüye büyük bir cevap.    

Rousseau cevaben yazdığı söylev i n den sadece bir paragraf paylaşarak bu gün ki sorunlara bir cevap vermek isterim tabi ders alan için çok önemli bir tespit.

“Yunanistanın tam ortasında mutlu bilgisizliği kadar, akla uygun yasaları ile ünlü bir site, kahramanlıkları insanlığın sınırlarını aşmış, yanı sıra Tanrı olmuş insanların kurduğu bir cumhuriyet doğmuştur.

Ey Sparta! Boş bir inancın lanetle andığı ülke! Kötülükle güzel sanatlarla birlikte Atina ya girerken, zorba bir hükümdar orada bütün çabasını şairle şairinin esrelerini toplamaya harcarken sen sanatçıları, bilginleri duvarlarından dışarı kovuyordun.

Olaylar bu ayırımı iyice ortaya çıkardı. Atina zarifliğin ve zevkin merkezi, hatipler ve filozofların ülkesi oldu.  

Orada yapıların inceliği dilin inceliğine uyuyor, her yanda en usta sanatçıların elleri mermere ve beze can veriyor. Ahlakın bozulduğu bütün çağlarda taklit olan o eserle hep Atina dan çıkmıştır.”

Ben bu tespitleri ile tarihte şöyle bir göz geçirerek günümüz gelmek isterim. Öncelikle İslam medeniyeti, kamışlardan yapılan hasırlar üzerinde, Peygamber efendimiz ve onun Eshab ı nın

Yoksullukları, zevk sefa ve şatafattan uzak durarak, içlerindeki inanç ve Ahlakı yapı ile uyguladıkları adalet uyum içinde idi.

İşte o şartlarda Selat a gelen halk hemen teslim olup o inanca koşarken, onlar o yokluk ve o Ahlaki yapı ile Medineli zengin Tüccarları ve Mekke nin putlarını yerle bir ederken, ne şatafatlı sarayları, ne de bu gün hiçbir İslami eser kokmayan, mermer sütunlu, Cami ve Külliyeleri vardı.

Ne zamanki İslam Abbasi, Emevi ve Osmanlı saraylarına girdi, işte o zaman, ahlakı çöküntü ve insani yok oluş başlayarak, bu saraylar ile birlikte, saltanat la birlikte İslam da gömüldü.

Yani Ahlaki çöküntü önce saraydan başlar ve sarayın, lale devri yaşaması ile parçalanması peş peşe gelmiştir!

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?