Ortadoğu coğrafyası, onlarca yıldır demokrasi, kurumsallık ve hukukun üstünlüğü kavramlarının uzağında yönetilmektedir. Bu bölgedeki birçok ülkede devlet, halkı temsil eden tarafsız bir yapı olmaktan çıkmış, bir partinin, bir aşiretin ya da bir cemaatin uzantısına dönüşmüştür.
Bu durum, yalnızca halkın özgürlüklerini değil, devletin varlığını da tehdit eden bir sistem üretmektedir ki, birçoğu yıkılmıştır.
Bu sistemlerde liyakat esası neredeyse hiç yoktur. Görev verilen kişiler ehliyet ve deneyimle değil, liderlerine olan sadakatleriyle makamlara getirilir.
Parti mensubiyeti, Akrabalık, mezhep bağlılığı veya cemaat mensubiyeti, devlet kadrolarına atanmanın ön şartıdır. Bunun doğal sonucu, işlevsizleşen kurumlar ve çürüyen kamu düzeni olmaktadır.
Ortadoğu devletlerinin en yakıcı problemlerinden biri de budur. Devletin kadroları, halkın tamamına hizmet edecek biçimde değil, iktidarın bekasını korumak amacıyla çalışır.
Bu tür yönetimlerde yurttaşlık bilinci gelişemez.
İnsanlar devleti kendi haklarını koruyan bir yapı olarak değil, kendilerine yabancı, çoğu zaman da tehditkâr bir güç olarak görürler. Bu boşlukta insanlar kendi mezhebine, cemaatine, aşiretine veya dış güçlere sığınır.
Sonuç olarak ortak ulusal aidiyet duygusu yerine, parçalara ayrılmış bir kimlik manzarası karşımıza çıkar.
Kutuplaşma kaçınılmaz hale gelir. Parti, Mezhep, etnik kimlik ya da siyasi duruş üzerinden yapılan bölünmeler, zamanla çatışmalara ve iç savaşlara evrilir.
Suriye, Irak, Lübnan gibi örnekler; bu tür toplumsal bölünmelerin, devletlerin nasıl zayıflatıldığını ve dış müdahalelere nasıl açık hale geldiğini göstermektedir.
Devlet bir grubun veya partinin mülkü haline geldiğinde, dışlanan kesimler için geriye iki yol kalır. Ya susmak ve boyun eğmek ya da yurt dışından koruyucu aramak.
Bu da Ortadoğu’nun kaderini sürekli dış güçlerin eline teslim eder hale getirmiştir.
Yani devletler artık kendi kaderine hükmeden değil, başkalarının yön verdiği yapılar haline gelmişlerdir.
Sonuçta bu rejimlerin ortak kaderi şudur. Kurumlar işlemez hale gelir, yolsuzluk normalleşir, adaletin yerini keyfilik alır.
Bir süre sonra devletin kalan tek işlevi, iktidarı korumak ve muhalefeti bastırmak olur. Böyle bir sistemde ne kalkınma mümkündür ne de istikrar.
Ortadoğu halklarının artık şu gerçeği görmesi gerekiyor. Bir ülkeyi ayakta tutan şey, sadece petrol, dini liderlik, particilik ya da askerî güç değildir.
O ülkeyi yaşanabilir ve saygın kılan şey, ortak yurttaşlık bilinci, adil kurumlar ve kapsayıcı bir devlet yönetim anlayışıdır.
Aksi halde, yıkılan sadece rejimler değil, o toprakların umudu, geleceği ve onurudur.
Sanırım tüm bunları anlamakta çok geç kalınmıştır.
