Bazı sözler vardır ki, üzerinden yüzyıllar geçse de yankısı dinmez.
Üstad Bediüzzaman Said Nursî’ye atfedilen, “Batı İslam’a gebe, Müslümanlar ise küfre gebe” sözü de bu yankılardan biridir. Her ne kadar bu ifadenin doğruluğu veya isnadı kesin kaynaklara dayandırılamasa da, bugün dünya üzerindeki manzaraya bakıldığında bu sözün hakikatle çarpıcı bir şekilde örtüştüğünü inkâr etmek zor.
Zira bugün Batı toplumlarında her türlü çelişkilerine rağmen hak, hukuk, insan onuru, ifade özgürlüğü gibi değerlerin hayatın merkezinde yer alabildiğini görüyoruz. Gazze’de yaşanan katliam ve insani trajedi karşısında dahi, Avrupa’nın birçok şehrinde yüz binlerce insan sokaklara dökülebiliyor.
Yahudi lobilerinin baskısına, politik risklere rağmen hükümetler Filistin’i tanıyacaklarını ilan ediyor, İsrail’e yaptırımlar konuşuluyor. Hatta kimi yerlerde Yahudi turistlerin protesto edilmesi, turistik otellerden kovulması gibi örnekler sınırların ötesine geçen öfkenin geldiği boyutu göstermektedir.
Peki ya Müslüman ülkeler?
Hani şu mazlumun yanında saf tutması gereken, ümmet bilinciyle hareket etmesi gereken, yüreği Kudüs ile atan toplumlar ve yönetimler?
Maalesef İslam coğrafyasında yaşanan derin bir utanç sessizliği söz konusu. Halklar sindirilmiş, tepkiler bastırılmış, protestolar engellenmiş durumda.
Gazze’de bebekler, kadınlar, siviller can verirken, birçok Müslüman ülke yöneticisi diplomatik denge, ticari kaygılar, stratejik ilişkiler bahanesiyle üç maymunu oynamakta. Hatta kimi ülkelerde Filistin’e destek eylemi yapmak bile suç sayılıyor. Toplumlar korkuyla kuşatılmış, ümmetin sesi cılız bir mırıltıya dönüşmüştür.
İşte bu tablo, Peygamber Efendimizin (s.a.v) şu hadisini yeniden düşündürüyor:
“Ağaç ve taş dile gelerek, Ey Müslüman, gel, bak benim arkamda Yahudi var, buraya gizlendi, gel onu cezalandır.”
Bu hadis, kıyamet alametlerinden biridir ve her şeyden önce zulmün geldiği noktayı tasvir etmektedir. Düşünün ki artık taş bile dayanamaz hâle gelir, susmaz olur, çünkü Müslüman susmaktadır. Çünkü insani refleks yerini diplomatik hesaplara, ümmet şuuru yerini çıkar hesaplarına bırakmıştır.
Bu yazı, şiddeti yüceltmek ya da düşmanlığı körüklemek için değil, bir aynaya bakmak içindir. Biz ne hale geldik? Adaletin, merhametin, onurun kitabını taşıyan bir ümmet, zalimin sofrasına diz kırıp sessizliği nasıl bu kadar içselleştirdi?
Evet, Batı da çelişkilerle doludur. Aynı anda hem silah satar hem de barış çağrısı yapar. Ama bugün hiç değilse meydanlarda vicdan hâlâ ölmemiştir. Halklar ses çıkarmakta, yöneticiler kimi zaman da olsa bu sese kulak vermektedirler. Oysa İslam dünyası kendi içinde susturulmuş, taşlara bile konuşma sırası gelmiştir.
Bu çağda gerçek mücadele, sadece bombalara karşı değil, vicdanı susturmaya çalışanlara, hakikati bastıranlara, ümmeti gaflet uykusunda tutanlara karşı verilmelidir.
Ve belki de en çok şu soruyla yüzleşmeliyiz.
Ağaçlar ve taşlar konuşacak hâle geldiyse, biz ne zaman konuşacağız?
