Türkiye ekonomisi uzun yıllardır farklı bakanlar ile yeni modeller uygulayarak düzlüğe çıkma formülleri aramaktadır. Her bakan değişiminde umutla duyurulan ekonomi paketleri, birkaç ay sonra yerini başka vaatlere bırakıyor. Fakat değişmeyen tek şey, yılsonu geldiğinde çalışanların ve emeklilerin alacağı maaş artışının bir mucizeymiş gibi tartışılması oluyor…
Oysa artık hepimiz biliyoruz ki maaş artışlarının gerçek bir refah yaratma ihtimali, mevcut ekonomik parametrelerle neredeyse sıfırlanmış durumdadır.
Asgari ücrete yapılan artış, daha açıklanır açıklanmaz market raflarına, kiralara, akaryakıta, temel gıdalara yeni etiketler olarak yansımaktadır. Sonuç mu? Daha 2-3 ay dolmadan zamların etkisi silinip çalışan yine yılbaşındaki alım gücüne dönüyor.
Bugünün ekonomisinde enflasyon yalnızca yüksek değil, yüksek ve yapışkan. Fiyatlar artıyor, geri gelmiyor. Üstelik enflasyon kadar tehlikeli bir başka sorun daha var. Gelir dağılımındaki uçurumdur.
Bazı hükümet yetkilileri, kimse ezilmeyecek dese de, mevcut gidişatta ezilen kesimin kim olduğu fazlasıyla ortada. Çünkü bugün konuşmamız gereken mesele zam oranı kaç olacak? Değil, bu zammın bir ay bile dayanıp dayanamayacağıdır.
Ekonomi politikasının temel amacı vatandaşın alım gücünü korumaktır. Bunu başaramayan hiçbir model sürdürülebilir değildir. Fiyat istikrarının olmadığı bir yerde maaş artışı, derin bir yaraya yapıştırılan küçük bir pansuman kadar etkisizdir.
GÜNÜMÜZDE;
- Yıllık enflasyon resmî rakamlarla bile yüzde 60’ların üzerinde, bağımsız ölçümlerde ise çok daha yukarıda.
- Vergi yükü artıyor. ÖTV, KDV ve harç zamları ücretlinin cebindeki her kuruşa göz dikiyor.
- Kur baskısı ithal girdiye bağımlı sektörleri zorluyor ve fiyatlara zincirleme yansıyor.
- Bütçe açığı büyüyor
- Gıda enflasyonu dünya da zirvede, et, süt, peynir artık lüks kategorisine girdi.
Bu tablo varken alım gücünün korunmaması sürpriz değil, doğal sonuçtur.
PEKİ ÇIKIŞ YOLU?
Bugün hâlâ aynı yanılgının içindeyiz. Sorunu maaş artışıyla çözeceğimizi sanıyoruz.
Oysa çözüm çok daha derin ve köklü adımlar gerektiriyor.
1. Gerçek üretim ekonomisine geçmek zorundayız. Ucuz emekle fason ihracat yaparak büyüme devri bitti. Yüksek teknoloji üretmeyen bir ekonominin refah yaratma gücü sınırlıdır.
2. Hukuk devleti güveni yeniden tesis edilmeli. Yabancı yatırımcı da yerli girişimci de hukukun üstünlüğü olmadan yatırım yapmaz. Yatırım olmayınca üretim artmaz, üretim artmayınca fiyatlar düşmez.
3. Demokrasi standartları ekonomik istikrarın ayrılmaz parçasıdır. Her iktidarın kırdığı dış politika köprüleri, ekonomi için maliyet olarak geri dönüyor. Komşularla ve küresel aktörlerle sağlam diplomasi ekonominin sigortasıdır.
4. Siyasi partiler ve seçim sistemi demokratikleştirilmelidir. Temsilin güçlenmediği bir ülkede ekonomi de güçlenmez. Çünkü hesap verilebilirlik yoksa yanlış politikaların bedeli vatandaşa ödetilir
5. Vergi adaleti sağlanmalıdır. Ücretlinin sırtındaki doğrudan ve dolaylı vergi baskısı azaltılmadan alım gücü korunamaz.
Bugün yapılması gereken çok nettir: Alım gücünü korumayan hiçbir model “ekonomi politikası” değildir.
Ücretler artırılsa da artırılmasa da, fiyatlar kontrol altına alınmadığı sürece sonuç değişmez.
Aksi hâlde biz maaş zamlarını konuşmaya devam ederiz, ekonomi ise bizi çoktan geride bırakmış olur.
