Bugün Ortadoğu’da Türk-Kürt kardeşliğini güçlendirmek adına umut verici adımlar atılıyor. Toplumların kanıyla değil, aklıyla kurulan barış süreçleri, bölünmenin değil çoğul bir birlikte yaşamanın mümkün olduğunu gösteriyor.
Uzun yıllardır siyaset sahnesinde Kürt hareketinin önde gelen isimleri, Türkiye’den kopma ve ayrılma gibi bir hedeflerinin bulunmadığını açıkça dile getiriyorlar. Demokratik cumhuriyet diyorlar. Osman Baydemir’in mecliste söylediği “Bizi kapıdan kovsanız, bacadan gireriz” sözü de, bu ülkeyi terk etme değil, bu ülkenin içinde hakça var olma ısrarının sembolik bir ifadesiydi aslında. Barışın kalıcı olabilmesi için atılacak somut güven adımları, kimse için yenilgi değil, aksine gerçek kardeşlik hukukunun gereğidir.
X te milletvekili Aytun Çıray tarafından dile getirilen “Devletin tepesindekilerin ve büyük şirketlerin önemli bölümünün Kürt olduğu” tespitidir. Ekonomik ve ticari alanda Kürtlerin ciddi bir ağırlık kazandığı gerçeğini yansıtsa da madalyonun diğer yüzü daha çetindir. Güç arttıkça kimlik zenginleşmedi, aksine kültürel hafıza zayıfladı. Bugün kentlerde Kürtçe konuşan ailelerin sayısı hızla azalıyor ve nerde ise kimse Kürtçe konuşmuyor. Çocuklar artık Kürtçe öğrenmiyor, öğrenmek isteyenler ise standartlaştırılmış bir kaynak ve müfredat bulmakta zorlanıyorlar. Kürtlerin bir diğer büyük handikapı da lehçelerin çeşitliliği değil, bu çeşitliliğin ortak bir dil birliğiyle taçlandırılamamış olmasıdır.
Tarih ve sosyoloji basit ve acı bir hakikati tekrarlar. Bir millet dili varsa vardır. Dilini kaybeden toplumlar siyasi güçleri ne kadar yüksek olursa olsun, zamanla kültürel şahsiyetlerini, ardından da toplumsal varlıklarını yitirirler. Bu yüzden bugün Türkiye’de Kürtlerin odaklanması gereken en stratejik ve en acil mesele, sembolik itirazların ötesinde tek bir kelimede olmalıdır. Dil. Dil. Dil. dir.Kardeşlik ise birbirinin kimliğini silmeden yaşatmayı başarabilmektir. Ancak ilk önce Kürt diline sahip çıkacak öğrenecek ve konuşacak. Kürtler kendi dillerini korumadıkça, bu hakkın başkaları tarafından savunulmasını beklemek ise romantizmden öteye geçemez.
Peki bu aşamada ne yapılmalı? Öncelikle sloganlarda sıkça vurgulanan “bölünmeden barış içinde birlikte yaşama” hedefi, kültürel hakların doğal bir parçası olarak anadil eğitiminin yaygınlaşmasıyla desteklenmelidir. Kürt aileleri için Kürtçe öğrenmek artık bir nostalji değil, bir varlık iddiası olmalıdır. Okulda seçmeli ders olarak birkaç saat, dili yaşatmaz, evde konuşulan, çocukla nefes alan, gündelik hayatta utanılmadan kullanılan bir dile dönüşmesi gerekir.
Bunu da bireyler ilk önce kendinden ve ailesinden başlamalıdır. Ayrıca Kürtçe’nin lehçeler üstü ortak standartlaştırılmasına dair bilimsel ve akademik çalışmalara hız verilmeli, eğitim, medya ve dijital içerik üretimi bu standartlar üzerinde güçlendirilmeli ve ortak bir lehçe kullanılmalıdır.
Barışa itiraz edenlerin dili sert olabilir, fakat biz asıl pürüzlere takılmayı bırakıp, köklere tutunmayı öğrenmeliyiz. Kardeşlik kapıdan kovulsa bile bacadan girme ısrarıyla değil, birbirinin onurunu, tarihini ve dilini yaşatma cesaretiyle pekişir. Ve unutmayalım, Kürtler için gelecek, sermayenin çokluğunda değil, kelimelerin sürekliliğinde gizlidir. Çünkü bir halkın gerçek gücü, konuşulan dile yüklenen hatıraların sağlamlığı kadardır.
Söz artık siyasetçilerin değil, evlerin ve ailelerin gündemine taşınmalıdır. Çünkü dil evde başlar, tarihte kalır.
Haydi anneler bu büyük yük sizlerin…
