Diller, bir milletin hafızasıdır. İnsanlar dil aracılığıyla sadece kendilerini ifade etmez; tarihlerini, kültürlerini, duygularını ve düşünce biçimlerini de nesilden nesile aktarırlar.
Ana dil bu aktarımın temelidir. Ancak ne yazık ki, çağımızda birçok toplum, özellikle de çok kültürlü ve çok dilli yapıya sahip olanlar, ana dillerine gereken önemi göstermemekte ve bunun acı sonuçlarıyla yüzleşmektedir.
Bugün birçok gencin kendi ana diliyle düzgün konuşamadığını, hatta bazı kelimeleri telaffuz edemediğini görmek artık şaşırtıcı değil.
Teknolojinin, sosyal medyanın ve küreselleşmenin etkisiyle, genç kuşaklar yabancı dillerle daha fazla haşır neşir olmakta ama kendi ana dillerini ikinci plana itmektedir.
Oysa ki başka bir dili öğrenmek elbette zenginliktir; fakat bu, ana dile sırt dönerek yapılmamalıdır.
Tarih bize göstermiştir ki, dili unutturulan toplumlar zamanla kültürel hafızalarını da kaybederler. Bu, kimliksizleşmenin ve asimilasyonun en tehlikeli aşamasıdır.
Bir halkın dili ölürse, o halkın kültürü, tarihi, folkloru, masalları ve deyimleri de yavaş yavaş yok olur. Bu durum, sadece bireysel değil, toplumsal bir çöküşün habercisidir.
Asimilasyon, çoğu zaman sessiz bir süreçtir.
Dışarıdan baskıyla değil, içten gelen kayıtsızlıkla başlar.
İnsanlar diline, kültürüne sahip çıkmadığında bu süreç hız kazanır. Bu yüzden, özellikle eğitim sistemimizde ve aile içinde ana dilin korunması ve yaşatılması için daha fazla çaba harcanmalıdır.
Ana diline sahip çıkmak, yalnızca bir iletişim meselesi değil, aynı zamanda bir kimlik meselesidir. Her birey, kendi dilini konuşabildiği ölçüde özgürdür, köklerine bağlıdır ve kendi kültürel değerlerini yaşatabilir.
Unutulmamalıdır ki, ana diline sahip çıkan toplumlar geleceğe daha güçlü yürür. Çünkü dil, bir milletin ruhudur.
Son söz:
Gelin, ana dilimize sahip çıkalım.
Çocuklarımızı kendi dilimizle büyütelim. Her kelimesi, atalarımızın mirası olan bu dili yaşatalım ki, bizden sonraki nesiller de kim olduklarını unutmasınlar.