Ortadoğu coğrafyası tarih boyunca dinlerin, kavimlerin ve imparatorlukların kesişim noktası olmuştur. Ancak modern dönemde özellikle İsrail devletinin kuruluşu ve izlediği siyaset, bölgeyi kalıcı bir çatışma zeminine hapsetmiştir.
İsrail’in devlet yapısına bakıldığında, laiklik görüntüsü altında aslında dini referansların derinlemesine yer aldığını görmek mümkündür.
Yahudi inancına göre “Tanrı’nın seçilmiş kavmi” olduklarına inanmaları, diğer milletleri kendi hizmetlerine verilmiş olarak görmeleri ve “vaad edilmiş topraklar” idealine sarılmaları, politikalarını doğrudan şekillendirmektedir. Yani tam anlamı ile İSRAİL bir din devletidir.
Bu anlayışla hareket eden bir din devletinin, çevresindeki halklarla eşit ve adil bir barış masasına oturması, bundan medet beklemek zaten en baştan çelişkili görünmektedir.
Çünkü zihniyet, beraber yaşamaktan çok hak iddia etmek üzerine kuruludur ve tüm politikalar bu temelde yürütülmektedir.
Nitekim yüz yılı aşkın süredir Filistin topraklarında uygulanan işgal, yerleşim politikaları ve askeri baskı ile Suriye’nin son durumu ,İran’ a yapılan saldırı, Yemen, Lübnan, Libya… bunun en somut örnekleridir.
Ortadoğu’da barış umutlarının sürekli suya düşmesinin sebebi de budur.
Bir tarafın dini ve tarihi söylemler üzerinden tanrısal hak iddiasında bulunması, diğer tarafın ise kendi vatanını, toprağını ve kimliğini savunmaya çalışması. Bu koşullar altında ortak bir gelecek inşa etmek mümkün müdür?
Kesinlikle değildir. Ve kıyamete kadar da barış sağlanmayacaktır.
İslami kaynaklara bakıldığında ise ahir zamanla ilgili anlatılar tam da bu coğrafyada yaşanan gelişmelere işaret etmektedir.
Kudüs’ün ve çevresinin büyük kavgalara, savaşlara ve hesaplaşmalara sahne olacağına dair rivayetler vardır. Bu da inananların gözünde bugünkü çatışmaların, sadece siyasi değil aynı zamanda dini ve metafizik bir boyutu olduğunu göstermektir ki göstergeler bunu güçlendirmektedir.
Dolayısıyla Ortadoğu’da kalıcı barış mümkün mü? sorusuna verilecek en gerçekçi cevap, maalesef olumsuzdur. Bölgenin yapısı, İsrail’in zihniyeti ve dini referansların siyasete yön vermesi, bu toprakları kıyamete kadar kavga ve çekişmenin merkezi kılacaktır.
Uluslararası güçlerin tüm çabaları, barış konferansları, anlaşmalar ve protokoller bir noktadan sonra hep çıkmaza girmektedir. Tüm bu çabalar tamamen İsrail e zaman kazandırmak üzerine kuruludur.
Belki de yapılması gereken, hayali barış masalarını değil, adalet ve hakkaniyet esaslı bir düzeni talep etmektir. Çünkü adaletin olmadığı yerde barış zaten kuru bir slogandan öteye gidemez.
Ortadoğu’ya gerçek anlamda huzur ancak bu anlayışla gelir, aksi halde tarih tekerrür etmeye, kan ve gözyaşı akmaya devam edecektir.