Gelişmiş ülkelerin uygulamalarını izlemek, toplumların uzun vadeli planlama ve altyapı konusundaki tutumları hakkında önemli fikirler verir.
Örneğin Almanya, II. Dünya Savaşı sırasında yalnızca askeri amaçla değil, günlük trafik akışını da rahatlatacak geniş yollar inşa etmişti. Bu yollar hem uçakların inip kalkmasına uygun, hem de şehir içi trafik için işlevseldi.
Savaşı kaybetmelerine rağmen, o yollar hâlâ güvenle kullanılmakta ve sağlamlıklarıyla örnek teşkil etmektedir.
Türkiye’de ise yol projeleri çoğu zaman kısa vadeli çözümler üzerine inşa ediliyor. Birkaç yıl içinde çökme veya trafik yüküne dayanamama gibi sorunlar ortaya çıkabiliyor.
Sorunun özü, yalnızca asfalt kalınlığında değil; yol yapımında sağlamlık, denetim ve uzun vadeli planlama eksikliğidir.
Libya’dan bir örnek bu farkı daha da net gösteriyor. Bir işçinin aktardığına göre, orada yollar yedi kat asfalt ve güçlendirilmiş malzemelerle inşa ediliyor. Ardından “sürbiyan” adı verilen kontrol ekipleri yolları test ediyor; asfaltı zımbalarla deniyorlar.
Yol eksiksiz ve sağlamsa müteahhitten teslim alınıyor; sorun varsa kabul edilmiyor. Bu yaklaşım, yolun uzun ömürlü olmasını ve denetimin etkinliğini garanti ediyor.
Sorun sadece yollarla sınırlı değil. Şehirlerin nüfusu ve altyapı kapasitesi de aynı titizlikle planlanmalı. Göç alan şehirlerde yerleşim alanı büyüdükçe, altyapı projelerinin buna uygun olarak tasarlanması gerekir.
Örneğin, bazı büyük projeler şehre milyonlarca yeni nüfus ekleyebilecek ölçeklere sahip. Bu durum, yol, su, elektrik ve diğer altyapı sistemlerinin öngörüye dayalı planlanmasını zorunlu kılıyor.
Kısacası, yolun ve altyapının ömrü bir ülkenin vizyonunun ömrünü yansıtır. Uzun vadeli, sağlam ve denetimli yatırımlar yapılmadığı sürece, “yap-boz” mantığı devam eder ve toplumsal maliyet artar.