Son günlerde kamuoyunu tedirgin eden olaylar peş peşe yaşanıyor. Belgeselci ve gazeteci Hakan Tosun’un gizemli ölümü hâlâ aydınlatılamadı; soruşturmanın eksik ve tatmin edici açıklamalarla yürütülmesi, şeffaflık eksikliğini gözler önüne seriyor.
Bu durum, sadece gazetecilerin değil, toplumun tamamının güven duygusunu sarsıyor.
Öte yandan Ünsal Ban’ın yurt dışına çıkma yasağı olmasına rağmen ülkeyi terk etmesi, adaletin eşit uygulanıp uygulanmadığını sorgulayan önemli bir vaka olarak öne çıkıyor.
Ban’ın ayrıcalıklı muamelesi olup olmadığı, sistemdeki olası çifte standartları da tartışmaya açıyor.
Gazeteci Barış Terkoğlu’nun iddialarına göre, Can Holding soruşturmasında AKP kurucularından Cüneyd Zapsu hakkında yakalama kararı çıkarılmış, ancak devreye giren temaslar sonucunda “şüpheli” sıfatı “tanık”a çevrilmiş. Aynı soruşturma kapsamında Kenan Tekdağ, ev hapsiyle serbest bırakılmıştı. Bu gelişmeler, adaletin gücü elinde bulunduranlar için nasıl esnetildiğine dair ciddi soru işaretleri doğuruyor.
Tüm bu olaylar, bir noktada toplumsal vicdanı sınayan bir tablo ortaya koyuyor: Adalet, sadece hukukun kağıt üzerindeki tanımıyla değil, uygulamada eşitlik ve hakkaniyetle ölçülür. Eğer bazı kişiler kuralların dışında tutulabiliyor, bazıları ise en küçük hatalarında ağır yaptırımlarla karşılaşıyorsa, toplumda güven ve inanç sarsılır.
Güncel olaylar, sadece bireylerin değil, sistemin işleyişinin de sorgulanması gerektiğini gösteriyor. Toplumun adalete olan inancını korumak ve eşitlik ilkesini tekrar tesis etmek, hukukun temel amaçlarından biridir. Yoksa, şeffaflık ve eşitlikten uzak bir sistem, uzun vadede toplumsal tedirginliği ve güvensizliği artırır.