Bu ülkede artık her şey yozlaşmanın karanlık gölgesine hapsolmuş durumda.
Ahlakın, inancın ve adaletin tükenmeye yüz tuttuğu bir toplumda, geriye kalan tek şey çürümüş bir düzenin sessizliği oluyor.
İktidarın devamı için hile, yalan ve ihanet neredeyse sistemin ayrılmaz parçaları haline gelmiş durumda. Toplum, ekonomik baskılarla, enflasyonun ve yoksulluğun pençesiyle sessizliğe zorlanıyor.
Çaresizlik, halkın gündelik hayatına sindirilmiş bir korku biçiminde yaşanıyor artık.
Sesini yükselten, dertlerini dile getiren her birey ya susturuluyor ya da uzun yıllar özgürlüğünden mahrum bırakılıyor. Bu sessizlik, bir tesadüf değil; bilerek, planlı bir şekilde inşa edilen bir yönetim aracıdır.
Bugün ülkedeki tüm kurumlar, yetkiler ve güç, tek bir merkezin elinde toplanmış durumda. Koltuğun verdiği haz, iktidarın varoluş sebebine dönüşmüş.
Ama bu durumun en çarpıcı yönü şu: 21. yüzyılda yaşıyor olsak da, aslında bir “modern ortaçağ” düzenine geri dönmüş bulunuyoruz.
Korkunun hâkim olduğu, vicdanın susturulduğu bir toplumda ne ilerleme olur, ne de umut yeşerir. Ve tam da bu nedenle, yozlaşmanın en büyük tehlikesi; sadece yönetenleri değil, sessiz kalanları da içine çeken bu derin çürümedir.