Türkiye’de siyaset son günlerde yeniden üslup tartışmalarının gölgesine girdi.
Meclis Başkan Yardımcısı ve DEM Parti Milletvekili Pervin Buldan’a yönelik cinsiyetçi ifadeler kullanan Mehmet Mustafa Gürban’ın sözleri, siyasette ahlaki sınırların nasıl aşıldığını bir kez daha gözler önüne serdi.
Bir siyasetçinin rakibini fikirle değil, cinsiyet ve kimlik üzerinden hedef alması; yalnızca kişisel bir saldırı değil, aynı zamanda toplumdaki kutuplaşmanın da bilinçli bir yansımasıdır.
Gürban’ın bu tutumu, Türkiye’de kadına yönelik önyargıların ve politik nefret dilinin ne kadar kökleştiğini göstermektedir.
Bu olayın dikkat çeken bir diğer yönü ise, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin kısa süre önce “barış ve kardeşlik” vurgusu yapmasına rağmen, İYİ Parti’nin DEM Parti’ye karşı sert tutum sergilemesidir.
Bahçeli’nin uzlaşmacı bir dil önerdiği dönemde, benzer tabanlara hitap eden partilerin tam tersine pozisyon alması, siyasetteki samimiyet krizini açıkça ortaya koyuyor.
Öte yandan, Turan Çömez’in Pervin Buldan’a yönelik aşağılayıcı ifadeleri de yalnızca kişisel bir öfke patlaması değil, kendi seçmen tabanına verilen bir mesajdır. Bu mesajın satır aralarında, “DEM’e mesafe koymak milliyetçiliğin gereğidir” anlayışı yatıyor.
Ancak bu yaklaşım, demokratik siyasetin değil, kutuplaşmanın bir ürünüdür.
Bugün Pervin Buldan hedef alınmış olabilir, ancak mesele bir kişiden ibaret değildir. Bu dil, yarın başka bir siyasetçiye, bir gazeteciye ya da sıradan bir yurttaşa da yöneltilebilir.
Çünkü nefret dili, bir kez serbest bırakıldığında sınır tanımaz.
Sonuç olarak; siyaset artık bir fikir mücadelesi olmaktan çıkıp, öfke üretme arenasına dönüşmüş durumda.
Bu gidişle kaybeden yalnızca Pervin Buldan değil, Türkiye’nin ortak vicdanı olacaktır.